Popüler Yayınlar

Sponsor

Haberler

sayaçlar


Sitetistik network marketing amway
8 Aralık 2011 Perşembe
Tarihin en ilginç hırsızlığı belki de 18 Nisan 1955 yılında patolog Thomas Harveytarafından Princeton Üniversitesi'nde gerçekleştirilmişti. Harvey o gün otopsi laboratuvarına getirilen bir ölünün beynini çalmıştı. Ama o sıradan bir insanın beyni değildi. Bir buçuk kilo ağırlığındaki sinir dokusu dünyaca ünlü bir dâhiye aitti:
 
 Albert Einstein.86 yaşındaki patolog bu mükemmel zekânın anahtarını bir et parçasında bulabileceğine inanmıştı bir kez. Ne ilginçtir ki bu batıl inanç, bilime damgasını vuran 20. yy'ın son günlerinde bile canlılığını korumaya devam etti. Daha geçen ağustos ayında gazetelerin baş sayfalarında, nöroanatomik incelemeler sayesinde Einstein'ın beynindeki sırrın çözüldüğü haberi, dört sütuna manşet olarak veriliyordu.
 
 Bu müthiş zekâ en ince ayrıntısına kadar incelenirken, boşluklarla dolu özgeçmiş de didik didik edilmişti. Einstein kişiselleşmiş bilime inanıyordu. İnsan kişiyi kavradıktan sonra bilimin varlığını anlayabiliyordu.
 Peki ama, her şeyin üstüne çıkan bu mitos başka nasıl açıklanabilirdi ki? Bir efsane doğuyor... 
 
Albert Einstein 7 Kasım 1919 günü Berlin'deki evinde hayatının dönüm noktası sayılacak bir buluşla uyandı. Time, bu buluştan "Bilimde büyük devrim" diye söz ediyor ve insan zekâsının önemli bir açıklaması olmasa bile en önemlilerinden biri olarak okurlarına sunuyordu:
 
 Einstein'ın genel bağıllılık teorisi bilimsel olarak kanıtlanmıştı! Ve üç gün sonra New York Times dergisinde ikinci bir haber:
 "Einstein'ın teorisi Başarılı." O zamana kadar bu bilim adamı ve eserleriyle hiç ilgilenmemiş olan büyük bir kitle bile, bu heyecanlı haberlerden pek bir şey anlamasa da ilgisiz de kalmamıştı.
 
 Einstein buluşuyla ilgili haberin coşkuyla karşılanmasını şöyle değerlendirmişti: "Gizemin rengini ve çekiciliğini taşımakta." Ne var ki bu büyük olay Alman basınında pek önemli bir yer kaplamayacaktı. Ancak bir ay sonra 14 Aralık günü Berliner Illustrirte Zeitung gazetesinde, altında "Dünya tarihinin yeni düşünürü" açıklaması bulunan, düşünen bir Einstein portresi yayımlandı. Einstein bundan sonra 20. yy'ın diğer önemli bir gücüyle daha tanışacaktı. Bilim adamını kısa sürede keşfeden medya onu kültleştirerek adeta evrensel bilimin bir pop yıldızı haline getirdi. Ve Albert Einstein 7 Kasım Cuma günü yeniden doğmuştu. O artık tüm devirlerin efsanesi, mitosu, idolü ve ikonu olarak yaşamaya devam edecekti. Einstein bir insanın sahip olabileceği prestije üstün Başarısı ve etkileyici kişiliği sayesinde kavuştu.
 
 1919 yılından itibaren yaşadıklarıyla ama özellikle de fizik alanında büyük yankılar uyandıran ve bugüne değin geçerliliğini koruyan dünya görüşüyle geniş bir kitleyi etkisi altına aldı. Kopernik, Darwin ve Freudgibi bilginlerin tarih boyunca insanlığa sundukları teoriler, taşınması güç bilgiler olarak algılanırken Einstein bilim yoluyla adeta bir teselli kaynağı yarattı. Kopernik dünyanın aslında evrenin merkezinde olmadığını, Darwin de onların Tanrı tarafından yaratılmadığını öne sürerken, o zamana kadarki inançları alt üst etmişlerdi. Darwin'in etkisinde kalan Freudise Tanrı'yla ilgili bilinmezleri "Ben" teorisiyle açıklama cesaretini göstererek, insanların o güne kadar taşıdıkları düşünceleri çıkmaza sürüklemişti. İşte Einstein tüm bunlara rağmen gerçekte insanoğlunun ne kadar mükemmel bir varlık olduğunu ve yalnızca düşünme yoluyla evrenin derinliklerindeki gizlere ulaşılabileceğini göstermişti. Einstein kendisine otorite sağlayan büyük Başarısını, hümaniter ve politik amaçlarda kullanabileceğini de kavradı. Ve böylece bilginin ağzından çıkan her söz büyük yankılar uyandırmaya başlamıştı. Tüm basın kuruluşlarına egemen davranışları sayesinde adeta bilimsel bir "marka" haline geldi. Einstein "markası", dağınık profesörün barışa yönelik cesur savaşları, insan hakları, silahsızlanma ve dünya yönetimiyle bağdaşmaktaydı.
 
 Ve Einstein hayatının gün batımında dünyaya ve geleceğe doğru dilini çıkardığında aslında kendi kişiliğini çizerek insanlığın mecaza dönüşmesini haber vermekteydi:
 
 Tabuları yıkan, Galile ve Gandhi'nin karakteristik özelliklerini kendi kişiliğiyle birleştiren bu bilgin, sanatçının özgürlüğünü (Dali)filozofun gücüyle (Diogenes)harmanlayarak mükemmel bir sentez yaratmıştı. Fakat fotoğraf aynı zamanda, onun naifliğini ve büyüklüğünü örtemeyen bir ifadeyi de yansıtmakta:
 
 Hiroşima ve Nagasaki'ye atılan atom bombaları, yıldızına bir gölge düşürmüştü. Yüzyılın beyni Einstein vasiyetinde yalnızca eserlerini, fikirlerini ve dünya görüşünü miras bırakırken ölümcül olan bedeninin yakılmasını, küllerinin de bilinmeyen bir yere gömülmesini istemişti. Tanrıların mezarı yoktu ve o zaten başlı başına bir abideydi. Ne var ki vasiyetini yazarken beynini 240 doku parçasına ayırarak saklamayı başaran patolog Thomas Harvey'i hesaba katmamıştı. Harvey, olayı bir süre gizlemeyi başardıysa da sonunda hırsızlığını açıklamak zorunda kaldı: Einstein'ın oğlu Hans Albert sözde sadece araştırma amacıyla kullanılmak şartıyla, babasının beyninin alınmasına razı olmuştu.
 
 Harvey, Princeton Üniversitesi'ndeki işini kaybettikten sonra elindeki değerli malzemeyi emin ellere teslim etmek için büyük bir çaba harcadı. Ne var ki, büyük sansasyonlarla duyurulan araştırma sonuçları hiçbir beyin uzmanı tarafından desteklenmedi. En saygın Einstein araştırmacılarından biri olarak kabul edilen Jürgen Renn, beyin dokusunda zekâ kalıntılarını arayan primitif inancı "Fetişizm" olarak açıklıyor.
 
 "Einstein'ı bilimsel gelişme içinde anlamaya çalışmalıyız" diyor Renn, Berlin Max Planck Enstitüsü Bilim Tarihi Bölümü Başkanı. Renn, Einstein'ın yaratıcılığı çerçevesinde, bugüne kadar uzanan kayıtlar görmekte:
 
 Filozof sınırlı bir alanda uzmanlaşma ve erken teşhis yerine, geniş bakış açısına felsefi bir derinlik kazandıran bir barış örneği sergilemişti.
 
 Filozofun ilk çocukluk döneminde, kariyeriyle ilgili tohumlara pek rastlanmaz. Örneğin, Einstein'ın köşeli bir kafası olduğunu, geç konuştuğunu, kötü bir öğrenci olduğunu söylemek neyi gösterir? Ama onun henüz 12 yaşındayken bir geometri kitabı dolusu problemi büyük bir hızla tek başına çözebilmesi ve 13 yaşındaImmanuel Kant'ın "Kritik der reinen Vernunft" (Salt Aklın Eleştirisi) adlı eserini okuması şaşılacak bir durumdu. Ve 17 yaşındayken kendi çabalarıyla öğrendiği yüksek matematik ve teorik fizik temellerini kavraması, onun yüksek zekâsını açıkça ortaya koyuyor.
 
 Öğrencilik döneminde okumuş olduğu Aoran Bernstein'ın doğa bilimleriyle ilgili tüm kitapları, bilime anlaşılır bir bakış açısı sağladığı gibi fizik dünyasındaki iddialarını ifade etme yetisini de kazandırmıştı. Bernstein'ın eserlerinde, filozofların düşüncelerinde önemli bir yer edinen bir sözcükten de söz edilir: Spekülasyon. Onu düşünür olarak eşsiz kılan ve kısmen de Başarıya götüren şeyler zaman zamanmaceracı bir zihinaraştırmasına da dönüşmeliydi.
 
 Einstein beynini kurcaladığı zamanlar spekülatif düşüncelerle aradığının peşine düşüyordu:
 "Işığın peşinden koşmak nasıl olurdu" veya "Işığın üzerine binebilseydim" gibi hipotetik düşünceleri, Einstein kendisine daha öğrencilik dönemlerinde sorabilmişti. Bu soruların kaynağı Kuşkusuz Bernstein'ın eserlerinde aranmalıydı. Soruların cevabı ise "sınırlı bağıllılık -rölativite- teorisi" idi. Boşluğa atılan adım Einstein dünyaya geldiğinde evler mum ışığı, sokaklar da henüz gaz lambalarıyla aydınlatılmaktaydı.
 
 Genç fizikçi bundan bir çeyrek yüzyıl sonra parladığında ise endüstrileşmiş dünya da elektrik enerjisiyle ışıldıyordu. İnanılmaz bir hızla gelişen köklü bir teknolojik devrim olmaksızın Einstein'ın Başarısı açıklanamazdı. Genç filozof aydınlanma mucizesini bile ilk elden yaşamıştı. Babası Hermann,kardeşiJakob'un "Elektrotechnischen Fabrik J. Einstein" fabrikasının hissedarıydı. Einstein'ın dâhiyane fikirleri daha 1886 yılında elektrik enerjisine yansımıştı. Ve fabrika daha sonraları sokakları da aydınlatacaktı.
 
 O tarihlerde Isaac Newton'un 200 yıldır monopol haline gelen fizik teorisine karşı yeni bir rakip doğmuştu. Hemşerisi James Clerk Maxwell,elektromanyetizma teorisiyle "alanlar" ile ilgili bir sistem yaratmıştı. Belki de dünya sonunda tümüyle dalgalar ve alanlarla açıklanabilecekti. Yoksa iki bölge birbirinden bağımsız olarak gelişen iki farklı tarihin bir bütününü mü temsil ediyordu? Einstein tek tarafın zafere ulaşması yerine birleşmeden yana tavır almayı yeğlemişti. Bu karar onu ilk mesleki Başarısızlıklara sürüklemiş olsa da daha sonraki bilimsel Başarılarında büyük katkıları olduğu Kuşkusuz. Fizik eğitiminden sonra Zürich'te asistan olarak çalışmayı umut ederken, 1900 yazında diplomasını aldıktan sonra geçici öğretmenlik görevine başladı.
 
 Einstein "ikinci uzmanlık eğitimini" Bern'deki federal patent dairesinde 1909 yılında tamamladı. Buradaki görevinden arta kalan zamanlarında çağdaş fizikte ortaya atılmaya başlanan büyük problemler üzerinde düşünme fırsatını bulmuştu. Hatta daha çok elektroteknik buluşlar üzerine çalışan patent dairesi, onu uzmanlığa öylesine çok yaklaştırdı ki bunu üniversite çevresinde bile daha zor elde edebilirdi. Einstein da diğerleri gibi önce, nispetsizliği, mevcut fizik kurallarıyla çözmeye çalıştı. Ama ışık hızı, daha o zamanlar bile o günlerdeki bilimsel çerçeve içine oturtulmak istenmemekteydi
 
. Ve bu sırada Berlinli profesör Max Planck,tüm doğa bilimlerini altüst eden devrimsel bir kanunu ortaya attı: Natura non facit saltus - Doğa atılım yapmıyor. Planck'ın, araştırmalarının temeline dayanarak, elektrik ampullerinin standartlaştırılması üzerinde bulduğu bir formül aynı zamanda ışıma enerjisini de açıklamaktaydı. Fakat bununla klasik fizikte bir devrim yaratacağına inanmamıştı.
 
 Bunu ancak Einstein idrak edebilecekti. Planck içinde bulunduğu durumu şu şekilde açıklamıştı: "Fizikteki bu teorik buluşu deneyimlere aktarma çabalarım bir türlü sonuç vermiyor, bulunduğum yer benim sağlam bir zemin gösterme fırsatını beklemeden ayağımın altından kayıp gidiyordu." İşte onun boşluğa atmak zorunda kaldığı adım, Einstein'ı diğerlerinin önüne geçirecekti.
 
 O zamanki fizik işaretlerinde birbirine bağlı olmayan alanlardaki yaygın şüpheciliğe karşı atomların gerçek varlığını Planck'ın kuantum problemlerini çözerek görebilmişti Einstein.
 
 1905 yılında ışığın belli şartlar altında bir birikimin parçacıkları gibi hareket ettiğini formüle eden dâhi, böylece 1921 yılında kendisine Nobel ödülü de getiren bu çalışmayla, Max Planck tarafından yıllarca büyük bir mukavemetle hesaplanan ve modern fizikte görelilik teorisinden sonra ikinci büyük teori yapıtı sayılan kuantum teorisini bulmuş oldu.

0 yorum:

Yorum Gönder

Manşet