Albert Einstein.86 yaşındaki patolog bu mükemmel zekânın
anahtarını bir et parçasında bulabileceğine inanmıştı bir kez.
Ne ilginçtir ki bu batıl inanç, bilime damgasını vuran 20. yy'ın son
günlerinde bile canlılığını korumaya devam etti. Daha geçen ağustos
ayında gazetelerin baş sayfalarında, nöroanatomik incelemeler sayesinde
Einstein'ın beynindeki sırrın çözüldüğü haberi, dört sütuna manşet
olarak veriliyordu.
Bu müthiş zekâ en ince ayrıntısına kadar incelenirken, boşluklarla
dolu özgeçmiş de didik didik edilmişti. Einstein kişiselleşmiş bilime
inanıyordu. İnsan kişiyi kavradıktan sonra bilimin varlığını
anlayabiliyordu.
Peki ama, her şeyin üstüne çıkan bu mitos başka nasıl açıklanabilirdi ki?
Bir efsane doğuyor...
Albert Einstein 7 Kasım 1919 günü Berlin'deki evinde hayatının
dönüm noktası sayılacak bir buluşla uyandı. Time, bu buluştan "Bilimde
büyük devrim" diye söz ediyor ve insan zekâsının önemli bir açıklaması
olmasa bile en önemlilerinden biri olarak okurlarına sunuyordu:
Einstein'ın genel bağıllılık teorisi bilimsel olarak kanıtlanmıştı! Ve üç gün sonra New York Times dergisinde ikinci bir haber:
"Einstein'ın teorisi Başarılı."
O zamana kadar bu bilim adamı ve eserleriyle hiç ilgilenmemiş olan büyük
bir kitle bile, bu heyecanlı haberlerden pek bir şey anlamasa da
ilgisiz de kalmamıştı.
Einstein buluşuyla ilgili haberin coşkuyla karşılanmasını şöyle
değerlendirmişti: "Gizemin rengini ve çekiciliğini taşımakta."
Ne var ki bu büyük olay Alman basınında pek önemli bir yer
kaplamayacaktı. Ancak bir ay sonra 14 Aralık günü Berliner Illustrirte
Zeitung gazetesinde, altında "Dünya tarihinin yeni düşünürü" açıklaması
bulunan, düşünen bir Einstein portresi yayımlandı.
Einstein bundan sonra 20. yy'ın diğer önemli bir gücüyle daha
tanışacaktı. Bilim adamını kısa sürede keşfeden medya onu kültleştirerek
adeta evrensel bilimin bir pop yıldızı haline getirdi. Ve Albert
Einstein 7 Kasım Cuma günü yeniden doğmuştu. O artık tüm devirlerin
efsanesi, mitosu, idolü ve ikonu olarak yaşamaya devam edecekti.
Einstein bir insanın sahip olabileceği prestije üstün Başarısı ve
etkileyici kişiliği sayesinde kavuştu.
1919 yılından itibaren yaşadıklarıyla ama özellikle de fizik
alanında büyük yankılar uyandıran ve bugüne değin geçerliliğini koruyan
dünya görüşüyle geniş bir kitleyi etkisi altına aldı.
Kopernik, Darwin ve Freudgibi bilginlerin tarih boyunca insanlığa
sundukları teoriler, taşınması güç bilgiler olarak algılanırken Einstein
bilim yoluyla adeta bir teselli kaynağı yarattı. Kopernik dünyanın
aslında evrenin merkezinde olmadığını, Darwin de onların Tanrı
tarafından yaratılmadığını öne sürerken, o zamana kadarki inançları alt
üst etmişlerdi. Darwin'in etkisinde kalan Freudise Tanrı'yla ilgili
bilinmezleri "Ben" teorisiyle açıklama cesaretini göstererek, insanların
o güne kadar taşıdıkları düşünceleri çıkmaza sürüklemişti.
İşte Einstein tüm bunlara rağmen gerçekte insanoğlunun ne kadar mükemmel
bir varlık olduğunu ve yalnızca düşünme yoluyla evrenin
derinliklerindeki gizlere ulaşılabileceğini göstermişti.
Einstein kendisine otorite sağlayan büyük Başarısını, hümaniter ve
politik amaçlarda kullanabileceğini de kavradı. Ve böylece bilginin
ağzından çıkan her söz büyük yankılar uyandırmaya başlamıştı.
Tüm basın kuruluşlarına egemen davranışları sayesinde adeta bilimsel bir
"marka" haline geldi. Einstein "markası", dağınık profesörün barışa
yönelik cesur savaşları, insan hakları, silahsızlanma ve dünya
yönetimiyle bağdaşmaktaydı.
Ve Einstein hayatının gün batımında dünyaya ve geleceğe doğru
dilini çıkardığında aslında kendi kişiliğini çizerek insanlığın mecaza
dönüşmesini haber vermekteydi:
Tabuları yıkan, Galile ve Gandhi'nin karakteristik özelliklerini
kendi kişiliğiyle birleştiren bu bilgin, sanatçının özgürlüğünü
(Dali)filozofun gücüyle (Diogenes)harmanlayarak mükemmel bir sentez
yaratmıştı. Fakat fotoğraf aynı zamanda, onun naifliğini ve büyüklüğünü
örtemeyen bir ifadeyi de yansıtmakta:
Hiroşima ve Nagasaki'ye atılan atom bombaları, yıldızına bir gölge
düşürmüştü.
Yüzyılın beyni
Einstein vasiyetinde yalnızca eserlerini, fikirlerini ve dünya görüşünü
miras bırakırken ölümcül olan bedeninin yakılmasını, küllerinin de
bilinmeyen bir yere gömülmesini istemişti. Tanrıların mezarı yoktu ve o
zaten başlı başına bir abideydi.
Ne var ki vasiyetini yazarken beynini 240 doku parçasına ayırarak
saklamayı başaran patolog Thomas Harvey'i hesaba katmamıştı. Harvey,
olayı bir süre gizlemeyi başardıysa da sonunda hırsızlığını açıklamak
zorunda kaldı: Einstein'ın oğlu Hans Albert sözde sadece araştırma
amacıyla kullanılmak şartıyla, babasının beyninin alınmasına razı
olmuştu.
Harvey, Princeton Üniversitesi'ndeki işini kaybettikten sonra
elindeki değerli malzemeyi emin ellere teslim etmek için büyük bir çaba
harcadı. Ne var ki, büyük sansasyonlarla duyurulan araştırma sonuçları
hiçbir beyin uzmanı tarafından desteklenmedi. En saygın Einstein
araştırmacılarından biri olarak kabul edilen Jürgen Renn, beyin
dokusunda zekâ kalıntılarını arayan primitif inancı "Fetişizm" olarak
açıklıyor.
"Einstein'ı bilimsel gelişme içinde anlamaya çalışmalıyız" diyor Renn, Berlin Max Planck Enstitüsü Bilim Tarihi Bölümü Başkanı.
Renn, Einstein'ın yaratıcılığı çerçevesinde, bugüne kadar uzanan kayıtlar görmekte:
Filozof sınırlı bir alanda uzmanlaşma ve erken teşhis yerine,
geniş bakış açısına felsefi bir derinlik kazandıran bir barış örneği
sergilemişti.
Filozofun ilk çocukluk döneminde, kariyeriyle ilgili tohumlara pek
rastlanmaz. Örneğin, Einstein'ın köşeli bir kafası olduğunu, geç
konuştuğunu, kötü bir öğrenci olduğunu söylemek neyi gösterir? Ama onun
henüz 12 yaşındayken bir geometri kitabı dolusu problemi büyük bir hızla
tek başına çözebilmesi ve 13 yaşındaImmanuel Kant'ın "Kritik der reinen
Vernunft" (Salt Aklın Eleştirisi) adlı eserini okuması şaşılacak bir
durumdu. Ve 17 yaşındayken kendi çabalarıyla öğrendiği yüksek matematik
ve teorik fizik temellerini kavraması, onun yüksek zekâsını açıkça
ortaya koyuyor.
Öğrencilik döneminde okumuş olduğu Aoran Bernstein'ın doğa
bilimleriyle ilgili tüm kitapları, bilime anlaşılır bir bakış açısı
sağladığı gibi fizik dünyasındaki iddialarını ifade etme yetisini de
kazandırmıştı.
Bernstein'ın eserlerinde, filozofların düşüncelerinde önemli bir yer
edinen bir sözcükten de söz edilir: Spekülasyon. Onu düşünür olarak
eşsiz kılan ve kısmen de Başarıya götüren şeyler zaman zamanmaceracı bir
zihinaraştırmasına da dönüşmeliydi.
Einstein beynini kurcaladığı zamanlar spekülatif düşüncelerle aradığının peşine düşüyordu:
"Işığın peşinden koşmak nasıl olurdu" veya "Işığın üzerine
binebilseydim" gibi hipotetik düşünceleri, Einstein kendisine daha
öğrencilik dönemlerinde sorabilmişti. Bu soruların kaynağı Kuşkusuz
Bernstein'ın eserlerinde aranmalıydı. Soruların cevabı ise "sınırlı
bağıllılık -rölativite- teorisi" idi.
Boşluğa atılan adım
Einstein dünyaya geldiğinde evler mum ışığı, sokaklar da henüz gaz
lambalarıyla aydınlatılmaktaydı.
Genç fizikçi bundan bir çeyrek yüzyıl sonra parladığında ise
endüstrileşmiş dünya da elektrik enerjisiyle ışıldıyordu.
İnanılmaz bir hızla gelişen köklü bir teknolojik devrim olmaksızın
Einstein'ın Başarısı açıklanamazdı. Genç filozof aydınlanma mucizesini
bile ilk elden yaşamıştı.
Babası Hermann,kardeşiJakob'un "Elektrotechnischen Fabrik J. Einstein"
fabrikasının hissedarıydı. Einstein'ın dâhiyane fikirleri daha 1886
yılında elektrik enerjisine yansımıştı. Ve fabrika daha sonraları
sokakları da aydınlatacaktı.
O tarihlerde Isaac Newton'un 200 yıldır monopol haline gelen fizik
teorisine karşı yeni bir rakip doğmuştu. Hemşerisi James Clerk
Maxwell,elektromanyetizma teorisiyle "alanlar" ile ilgili bir sistem
yaratmıştı. Belki de dünya sonunda tümüyle dalgalar ve alanlarla
açıklanabilecekti. Yoksa iki bölge birbirinden bağımsız olarak gelişen
iki farklı tarihin bir bütününü mü temsil ediyordu?
Einstein tek tarafın zafere ulaşması yerine birleşmeden yana tavır
almayı yeğlemişti. Bu karar onu ilk mesleki Başarısızlıklara sürüklemiş
olsa da daha sonraki bilimsel Başarılarında büyük katkıları olduğu
Kuşkusuz.
Fizik eğitiminden sonra Zürich'te asistan olarak çalışmayı umut ederken,
1900 yazında diplomasını aldıktan sonra geçici öğretmenlik görevine
başladı.
Einstein "ikinci uzmanlık eğitimini" Bern'deki federal patent
dairesinde 1909 yılında tamamladı.
Buradaki görevinden arta kalan zamanlarında çağdaş fizikte ortaya
atılmaya başlanan büyük problemler üzerinde düşünme fırsatını bulmuştu.
Hatta daha çok elektroteknik buluşlar üzerine çalışan patent dairesi,
onu uzmanlığa öylesine çok yaklaştırdı ki bunu üniversite çevresinde
bile daha zor elde edebilirdi.
Einstein da diğerleri gibi önce, nispetsizliği, mevcut fizik
kurallarıyla çözmeye çalıştı. Ama ışık hızı, daha o zamanlar bile o
günlerdeki bilimsel çerçeve içine oturtulmak istenmemekteydi
. Ve bu sırada Berlinli profesör Max Planck,tüm doğa bilimlerini
altüst eden devrimsel bir kanunu ortaya attı: Natura non facit saltus -
Doğa atılım yapmıyor.
Planck'ın, araştırmalarının temeline dayanarak, elektrik ampullerinin
standartlaştırılması üzerinde bulduğu bir formül aynı zamanda ışıma
enerjisini de açıklamaktaydı. Fakat bununla klasik fizikte bir devrim
yaratacağına inanmamıştı.
Bunu ancak Einstein idrak edebilecekti.
Planck içinde bulunduğu durumu şu şekilde açıklamıştı: "Fizikteki bu
teorik buluşu deneyimlere aktarma çabalarım bir türlü sonuç vermiyor,
bulunduğum yer benim sağlam bir zemin gösterme fırsatını beklemeden
ayağımın altından kayıp gidiyordu." İşte onun boşluğa atmak zorunda
kaldığı adım, Einstein'ı diğerlerinin önüne geçirecekti.
O zamanki fizik işaretlerinde birbirine bağlı olmayan alanlardaki
yaygın şüpheciliğe karşı atomların gerçek varlığını Planck'ın kuantum
problemlerini çözerek görebilmişti Einstein.
0 yorum:
Yorum Gönder